Ana Sayfa Gündem 16 Nisan 2021 674 Görüntüleme

Gündoğdu; “İklim krizinin etkilerinin en çok hissedileceği ülkelerden biri Türkiye’dir”

TBMM Küresel İklim Değişikliğini Araştırma Komisyonu Toplantısında, Kırklareli Milletvekili TBMM Çevre Komisyonu Üyesi Vecdi Gündoğdu’nun Yaptığı Konuşmasında şunları ifade etti;

Yaklaşık 3 haftadır çalışmalara başladığımız günden itibaren bugüne kadar ağırlıklı olarak İklim değişikliği, kurallılıkla mücadele ve su kaynaklarımızın verimli kullanılması hakkında ilgili kurum ve kuruluşlarımızın neler yaptığını, neler yapacağını ulusal ve uluslararası boyutta dinliyoruz ve dinlemeye de devam edeceğiz.

Komisyonumuz; İlgili bakanlıklarımızın konunun uzmanı yetkin ve deneyimli arkadaşlarımızı dinliyoruz.

Bürokrat arkadaşlarımız haklı olarak yaptıklarını ve yapmayı planladıkları projeleri anlatıyorlar kendi alanlarına giren konularda.

Yaptıklarının, yapacaklarının teknik eksikliklerini, toplumsal kar zararlarını, çevresel artı eksilerini ne yazık ki anlatmıyor.

Karşıt görüş ve düşüncelerin neler olabileceği ve dünyada örnekler hakkında bilgilendirmeler yetersiz kalıyor.

Bu eksikliğin giderilmesinin bir yolu da ilgili bakanlık yetkililerinin sunumunun hemen ardından ilgili STK ların ve bağımsız bilim insanların görüş ve önerilerinin açıklanması Komisyonumuzun daha verimli bir çalışma yapmasına yardımcı olabilirdi diye düşünüyorum.

Bizler milletvekili olarak konunun detaylarına teknik verilerine konunun uzmanları kadar hakim olmamız mümkün değildir.

Ama farklı fikirlerin burada masaya yatırılması komisyonun objektif çalışmasını ve daha kapsamlı ve örnek bir rapor oluşturmasına neden olur diye düşünmekteyim.

Tüm bunlara rağmen geleceğimizi yani torunlarımızın sağlıklı bir şekilde yaşamını kurmak amacıyla yaptığımız çalışmalar çok önemlidir.

Tüm emeği geçen ve geçecek arkadaşlara sonsuz teşekkür ediyorum.

Konu gerekse mümkün olduğunca siyasetten arınmış, daha çok bilimsel verilerden ve yol haritalardan yararlanmak hepimizin ortak hedefi olduğunu düşünüyorum.

Bu doğrultuda;  Kimsenin şüphesi yoktur ki;

Tarihî sorumluluğu olan, yani iklimin değişmesine en fazla olumsuz katkısı olan ülkelerin, yani plansız vahşice kalkınan, havayı, suyu ve toprağı acımasızca kirleten, dünyanın kaynaklarını hakkından fazla alan, aşırı sömüren bu ülkelerin bunun bedelini çok daha fazla ödemeleri gerekiyor.

 

Ülkemizin doğal alanları, tarımsal üretimi ve yörelerin kadim kültürleri bakımından endişe verici bir tablo ile karşı karşıyayız. Bu tabloyu büyük oranda mevcut Maden Kanunu’nun oluşturduğunu söylemek mümkündür.

Maden Kanunu, 2001 yılından itibaren toplam 21 kez değiştirilmiş ve maalesef yapılan her değişiklikle daha fazla tarım alanı, mera, doğal alan ve su havzası madencilik faaliyetlerine açık hale getirilmiştir.

Bu alanlar, yaşamın devamlılığı için vazgeçilmezdir.

Ancak bugün Türkiye’de bu önemli varlıkları kanunlarla madencilik faaliyetlerinden koruyan bir koruma statüsü ne yazık ki bulunmamaktadır.

Bu sebeple ülkemizin milyonlarca yılda oluşmuş, nadir canlı türleri (flora ve fauna) ile dünyada eşi benzeri olmayan doğal alanları bugün maden ruhsatlarının tehdidi altındadır.

Bu tabloyu yalnızca Maden Kanunu’nun oluşturduğunu söylemek eksik olacaktır. Nitekim Orman Kanunu, Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu ve Mera Kanunu da Maden Kanunu’na paralel olarak değişmiştir.

Her değişiklikle, ülkemizin doğa alanlarında madencilik yapılması daha kolay hale gelmiştir.

Kazdağları, Istrancalar, Yıldız Dağları adeta canlıların kardeşçe yaşadığı, dünyanın sayılı cennet köşesi konumundan madencilerin, acımasız rant hırslarının kurbanı haline gelmiştir.

Trakya’nın bereketli tarım toprakları, Trakya’nın ve İstanbul’un su ve oksijen kaynağı güzelim eşsiz coğrafyalarımız, Kırklareli’miz, Tekirdağ’ımız, Çanakkale’miz acımasızca heba ediliyor.

Ormanlık alanlarımız, bereketli tarım topraklarımız, su havzalarımız ciddi tehlike altında.

Madencilik faaliyetlerinde, ormanları ve korunan alanları ayrı şekilde değerlendirmek gerekmektedir.

Devlet ormanı olarak adlandırılan ve orman alanı olarak belirlenmiş ancak herhangi bir koruma statüsüne sahip olmayan ormanlarda, madencilik faaliyetleri yürütebilmek mümkündür.

Bunun için, ilgili Orman Müdürlüğü’ne gerekli evraklar doldurularak iletilir ve Orman Müdürlüğü’nden gerekli izinler alınır.

Bu durum; ormanları, madencilik faaliyetleri için kolay ulaşılabilir hale getirmektedir. Ormanlara yönelik herhangi bir koruma olmadığından tüm koruma süreçleri; eğer proje Çevresel Etki Değerlendirme sürecine tabi ise ÇED’e bırakılmaktadır.

Bununla birlikte, projelerin ÇED süreçlerinde gerekli esaslar belirlenerek ya da Cumhurbaşkanlığı iznine bağlı olarak farklı koruma statüsüne sahip koruma alanlarında da madencilik faaliyetleri yürütülmektedir.

TEMA Vakfı nın çalışmalarına göre; bir ya da birden fazla koruma statüsü ile korunan alanların Kaz Dağları’nda %55’i, Muğla’da %57’si ve Artvin’de %47’si madencilik faaliyetleri için ruhsatlı haldedir.

Bakanlığın izlediği mevcut maden politikalarında; tarımsal üretimin, insan sağlığının, turizmin ya da kadim kültürel değerlerin ön planda tutulduğunu söylemek mümkün değildir.

Bu politikalar daha ziyade; detaylı planlama, uzun dönemli projeksiyonlar yapılmadan, gelecek kuşakların hakları gözetilmeden sürdürülmektedir.

Üzülerek söylemek istiyorum, böyle bir anlayışla devam edildiği sürece maden alanları artacaktır. Talan yağma ve yok oluşa hepimiz seyirci kalacağız.

Değerli arkadaşlar;

Örneğin, Çanakkale, ülkemizin, tarımsal üretimi ve doğal varlıklarıyla öne çıkan; aynı zamanda iklim değişikliğinin etkileri sebebiyle kuraklık çeken bir ilidir. Tüm bunlara rağmen, bugün Çanakkale’de neredeyse birbiriyle yan yana birden fazla altın madeni projesi mevcuttur ve bu sayı artacaktır.

Madencilik faaliyetlerinin doğaya ve yaşam alanlarına her koşulda etkisi vardır. Bu etki, madenin grubuna göre değişmektedir.

Özellikle kömür ve metalik madencilikte çok geniş ruhsat alanlarına ihtiyaç duymaları, pek çoğunun kimyasal yöntemlerle üretim yapmaları, özellikle bu gruba giren madenlerin su varlıkları üzerinde yoğun baskı yaratmalarıdır.

Dolayısıyla bu maden grubunun yarattığı doğa yıkımlarının geri dönülmez ve büyük olmasıdır. Başka bir ifadeyle, bu grupta yer alan maden türleri, çok geniş alanlarda faaliyet göstermekte ve üretim sırasında yoğun su tüketimi ve kirlilik yaratmaktadır.

Metalik madencilikte ise özellikle lifli madenciliğin hem doğal varlıklar hem de insan sağlığı için bedeli oldukça ağır olmaktadır.

Madencilik faaliyetlerinin görülen ilk etkisi, geniş ekosistem/doğa alanı kaybıdır. Ekosistem, insan bedeni gibi düşünülebilir.

İnsan vücudunun her parçasının birbiriyle uyum içinde çalışması sonucu, beden de sağlıklı bir şekilde var olmaktadır.

Doğanın sistemi de aynı bu şekilde işlemektedir. Doğa; toprağıyla, suyuyla, üzerinde yaşayan canlıları ile bir bütündür ve bu bütün ancak uyum içinde çalıştığında var olabilir. Bu sistemlerin kurulması milyonlarca yıl alır.

Örneğin, maden faaliyetleriyle tahrip olan bir alanda taşınan toprağın üstüne fidan dikilerek Kaz Dağları ekosistemi eski haline getirilemez.

Kaz Dağları’nın toprağı, toprağın içinde yaşayan canlıları, üzerindeki endemik türleri ile kendine has milyonlarca yıllık bir hikâyesi vardır.

Bu ekosistem, milyonlarca yıl içinde birçok sıcak ve soğuk dönem görmüştür; eteklerindeki suyun akışı, denizinin kıyıları değişmiştir.

Kaz Dağları’nı bu kadar özel hale getiren yaşadığı tüm bu değişimlerdir. Madencilik faaliyetlerinde ise önce toprağın üzerinde oluşmuş doğal yaşam, ardından o doğal yaşamın temelini oluşturan toprak sıyrılmaktadır.

Bu durumda, artık uyumla çalışan bir ekosistemden söz etmek mümkün olmamaktadır. Madencilik faaliyetleri sebebiyle uyumla çalışan sistemde büyük bir yara açılmaktadır.

Bu kadar çok yaranın, aynı anda bir coğrafyada açılması; kendine has niteliklere sahip o ekosistemin ve oradaki doğal yaşamın kaybedilmesi anlamını taşımaktadır.

Değerli arkadaşlar;

Bir diğer önemli konu ise ; Türkiye’nin bir Akdeniz Havzası ülkesi olması sebebiyle iklim krizinin etkilerinin en çok hissedileceği ülkelerden biri olmasıdır.

Bilindiği gibi madencilik faaliyetleri önemli oranda su tüketimine neden olmaktadır. Bugün madencilik faaliyetleri için madenlere su tahsis edilmektedir.

Fakat bölge insanları susuzluk çekmekte; geçmişte ulaşabildikleri kaynak sularına bugün ancak tankerlerin içme ve kullanma suyu taşımaları ile erişebilmektedirler.

Son olarak özellikle metalik madencilikte en önemli sorunlardan biri ağır metal kirliliğidir. Bu kirlilik hem liçlemeden hem de atık toprak ve kayaçların yüzey üstüne çıkarılmasından kaynaklanmaktadır.

Ülkemizde yapılan bilimsel çalışmalar ve havza planlarına düşülen notlar, özellikle metalik madencilik yapılan alanlarda yüksek ağır metal oranlarına dikkat çekmektedir.

Sonuç olarak, bahsedilen yöntem ve şekillerde devam eden maden politikaları sebebiyle; coğrafyamızı ağır ekosistem kayıpları, tarımsal ürün kayıpları, su yoksunluğu, canlı tür çeşitliliği ve yaban hayatı kayıpları ve sağlık sorunları beklemektedir.

Bunu kader olarak görmek ve yaşamak istemiyoruz.

Bugün tüm insanlığı tehdit eden, hayat pratiklerini bütünüyle değiştiren COVID 19 salgınının doğal alanların kaybı ile ilişkisi, birçok bilimsel çalışmada ortaya konmuştur.

Üstelik iklim krizinin COVID 19 salgınından çok daha ciddi bir sorun olduğu her gün dünya kamuoyunda ısrarla dile getirilmektedir.

Bu bilimsel verilerden yararlanmalı ve ülke olarak başta toprak olmak üzere tüm doğal varlıklarımıza koruma bilinciyle sahip çıkmalıyız.

Ülkelerin karbon salım azaltma hedeflerini konuştuğu, Avrupa’nın “Yeşil Mutabakatı” uygulamaya koyduğu bir dünyada;

Kömür madenciliği; doğal yaşamın, tarımsal üretimin ve su varlığının yaşamsal öneminin güçlü bir şekilde anlaşıldığı bir dönemde, liçli madencilik faaliyetleri gündemimizde yer almamalıdır.

Bu sebeplerle, öncelikle kömür madenciliği ve liçli madencilik uygulamalarından vazgeçilmelidir.

Geri kalan madencilik türleri için; madenciliğin nerede ve nasıl yapılacağını tartışan, planlayan, bu planlamaları yaparken bilimsel verilere dayanarak kararlar alan bir anlayışa ihtiyaç vardır.

İlgili Bakanlıklar ve başta sayın bakan olmak üzere tüm bürokrat arkadaşlar kamu sağlığını, yaşam hakkını, ekosistem haklarını temel alan bir kamu yararı anlayışı ile hareket etmek zorunda olduğunu unutmamalıdır.

Madencilik faaliyetlerinin; projelendirme, uygulama ve sonrası süreçlerde şeffaf, izlenebilir ve denetimlerin doğru ve etkin yapıldığı bir anlayışla sürdürülmesi gerekmektedir.

Aynı zamanda Bakanlığın uyguladığı mevcut madencilik anlayışının tekrar değerlendirilmesi gerekmektedir.

“En değerli doğal varlıklarımızı feda ederek, toprağı alt üst ederek yerin altından madenleri çıkarmaya değer mi?” sorusunun sorulması gerekmektedir.

Yerin altından ziyade yerin üzerinde geri dönüştürülmeyi bekleyen elektronik atıklar gibi değerli ham maddeleri içeren atıkların, doğru bir şekilde yönetilmesi ve dönüştürülmesi acilen düşünülmelidir.

Atık azaltan, dönüştüren ve doğal varlıkların korunmasına katkı sunan uygulamalar teşvik edilmelidir.

Değerli arkadaşlar;

Yaşamın olduğu her yerde her zaman umut da vardır.

İnsanlık bugüne kadar elde ettiği tüm hakları hak talepleri yaparak kazanmıştır ve aynı durum ekosistem hakları ve gelecek nesillerin hakları için de geçerli olacaktır.

Bilime ve bilimsel bilgiyle hukuk temelli hareket etmenin gücüne inanmak zorundayız.

Yaşamlarımızın doğaya bağlı olduğunu, insan yaşamının ancak doğadan yana olduğumuz sürece devam edebileceğini her attığımız adımda hatırlamak zorundayız.

Bizler burada uluslararası boyutta çevre sorunlarımıza nasıl katkı koyarıza çözüm ararken kendi kapımızı temizlemek bir yana daha fazla kirletmenin, daha fazla yok etmenin çabası içerisine girenleri ne yazık ki dur diyemiyoruz.

Bizler Kırklareli gibi güzide küçük bir ilimizde verimli topraklarımız hoyratça kullanmaktan çekinmerek,

Nasıl Türkiye’de düşük karbonlu ekonomiye geçişi geçmeyi konuşacağız.

Yeşil kalkınma yeşil teknoloji dediğimizde bizler kimi inandırabiliriz.

Ülkemizin sürdürülebilir kalkınmayı başaracağını ve havayı, suyu ve toprağı koruyarak kalkınmanın daha fazla dünyada reyting yaptığını ve daha fazla finansal desteklerin buralardan geleceğini, bu tip projelerin daha fazla hem uluslararası bankaların hem de çok taraflı bankaların, dünyada birçok projenin öyle desteklendiğini biliyoruz, görüyoruz.

Bu nedenle artık yönümüzü doğru çevreyle barışık geleceği yaşatan projelere çevirmek zorundayız.

Dünya fosil yakıtlardan kurtulmaya çalışırken, bizler neden hala kömürlü santrallere izin veriyoruz.

Kirli ve riskli sanayi olarak Avrupa’nın nerede ise terk ettiği, demir çelik, çimento sektörleri bizde neden eşsiz coğrafyacımızın kalbinde açılmasına izin veriliyor.

Neden arkadaşlar…Bakanlığın cevabı belli ucuz enerji,

Kömür santrallerinde ürettiğimiz elektriği örnek olarak 1 tl ye vatandaşa veriyorsak, yenilenebilir enerjiden ürettiğimizi 2 tl vermek zorundayız.

Bakanlığın ve karar verici siyasi otoritenin tek yanıtı bu arkadaşlar. Peki bunun orta ve uzun vadeli maliyet hesabı var mı yok…Emisyon hesabı var mı yok…

Sağlık sonuçları var mı yok, kirlenen tarım topraklarındaki maliyet ve kalite kaybı fiyatlanmış mı, değer biçilebilmiş mi hayır…Vara yoksa bugünün çıkarı…yarını düşünme yok…

Günü kurtarma düşüncesi devlet aklıyla bağdaşmaz arkadaşlar…

Bu mantıkla mı yeşil teknolojiye ufuk açacağız…

Artık şu amansız salgın insanlığa bir kez daha göstermiştir ki;

Yok ederek bilinçsiz ve sınırsız tüketme kimseyi mutlu etmiyor.

Mutluluk ve huzur tüm canlıların barış içerisinde kardeşçe yaşadığı, her canlının yaşam hakkı olduğu duygusunun hakim olduğu,

İhtiyaçtan fazlasını tüketmenin başka bir canlının hakkını gasp etmek olduğu bilincinin hakim olmasıdır as olan

Teşekkürler sayın başkan…

Yorumlar (Yorum Yapılmamış)

Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Tema Tasarım | Osgaka.com