Özel Haber: Hicran SÜNGÜ
Babaeski’de yaşayan Seyid Ali Aliş AKGÜN, Vatana Hizmet Madalyası bulunan bir Bulgaristan Gazisi. Ancak onun gaziliği diğerlerinden biraz farklı.
Balkanlarda yaşanan acı olayların canlı şahidi olan Akgün, yaşadığı acı dolu günleri unutamıyor ve “Türkiye büyük bir devlet, onu yıkmaya kimsenin gücü yetmez” diye de ekliyor.
Türklerin kökeninin Anadolu, dallarının ise Balkanlar, Rodoplar ve Deliorman olduğunu söyleyen Gazi Akgün,” bizde Atatürk’ün kaybedilen topraklarının bir hatıraları olarak Rus-Türk savaşından sonra görülmemiş, işitilmemiş, yazılmamış işkence ve zulümlere maruz kaldık” dedi.
O günleri anlatırken adeta yaşan Gazi, acı dolu yıllarını ve sonrasında kendilerine sahip çıkan Türkiye Cumhuriyetine duyduğu minneti şöyle anlatıyor;
1877 – 1878 yıllarında Rus- Türk savaşında 250 binden fazla Müslüman Türk şehit düşmüştür.Bir buçuk milyon bu topraklarda yaşayan insanlar yerlerinden göç etmiştir.”
1943 yılında Bulgaristan Kırcaali ili Eğridere ilçesi Rusalsko köyü Yörükler Mahallesinde doğduğunu söyleyen Seyid Ali Aliş Akgün, o zamanlarda kim nerden gelirse mahallesine o ismin verildiğini belirtiyor.
“Köyümde adı üzerine herkes birbirine Yörükoğlu diyerek seslenir. Çünkü köyümüzün adı Yörükler köyü, birçok köylere de kendi yaşamış olduğu toprakların bölgelerin yörelerin isimlerini koymuşlar. Kahramanoğullar,Konyalılar,Cebeliler,Mestanlılar gibi. Onun için buna hiç ispat tanık gerekmiyor. Çünkü tarihte bunların köylerinin adları yazar.”
“Rus – Türk savaşından sonra bir takım anlaşmalar yapılmış olsa da, onların genel planı; O topraklardan Türkleri göç ettirmek ve temizlemekti. Ve b u uğurda kimseye acımadılar diyen Akgün, yaşadığı işkence dolu 5 yılı şöyle anlatıyor;
1908 yılında Bulgarların bağımsızlığını Türkiye tanıyor. Bulgaristan’ın başka süper güçlerin büyük devletlerinin baskısı altında tanırken protokol imzalıyorlar Bulgaristan’ı tanıdığına fakat o protokol’ü
imzalarken de herhangi o topraklarda yaşayan Türklere Müslümanlara da eşit muamele yapılacağına söz veriliyor. Türk, Bulgar, Rum, Yahudi bir etnik ayrımcılık yapılmayacağına, herkesin ana diline, dinine, kültürüne eşit hakta ibadet ve kültür miraslarının korunacağına imzalar atılıyor. Hatta 1908’ de o anlaşma imzalanırken orada yaşayan Türklere Türkçe eğitim için anlaşmanın 6.maddesinde şöyle yazmaktadır:
Bulgaristan’da yaşayan Türk Müslümanları kendi ana dilinde eğitim alacak eşit miktarda onların denetimi bölge müftülerine verilecek. Bölge müftüleri lüzumlu olduğu takdirde ilkokullar açacak ve ek öğretmenler tayin edecek ve bunların ek okulu açılınca ek öğretmenler atanınca bunların maaşı da devlet tarafından ödenecek diye madde var.
İyi ama Bulgar bunu uygulamıyor ve 2-3 sene sonra 1912-1913’te Rusya’nın desteğini arkasına alarak toplayarak dört balkan devletini Yunanistan, Karadağ, Sırbistan ve kendisi dört devlet Osmanlı’ya harp ilan ediliyor. Onun akabinde de 1. Dünya Savaşı da başlıyor. Esas ondan sonra ateş çemberi başlıyor Rodoplarla Kırcaali. 1913 yılında Bulgar desteğini de alan bir takım çeteciler dağ köyü Kırcaali’de bütün köyün erkeklerini toplayıp bir samanlıkta yakıyor ve yakılanların içerisinde benim daha sonra işkence gördüğüm yerlerden Belene Kampından arkadaşımın dedesi de var.
Bulgar hükümeti kışla yaptırıyor lider olan Türkleri erkekleri orada parasız çalıştırıyor, işkence yapıyorlar. Mesela benim babamı işçi olarak çalıştırıyorlar. Fırından yeni çıkmış tuğlaları sıcak bir şekilde sırtlarında taşıtmışlar. Zaten bir insanın taşıyacağının çok çok üstünde yük veriyorlarmış.
Biz de tabii bu yaşananları görüyoruz ve bir şeyler yapmak istiyoruz. Benim asıl görevim sağlık memurluğu. Köylerde görev yaptım ve çok fazla da çevrem vardı. Bize yapılan zulme başkaldırdık ve arkamıza da 2 bin 3 bin kişi alarak Türk Konsolosluğu önünde mitingi düzenledik. Bize dışarıdan yardımcı olan arkadaşlar sayesinde medyaya da haber verdik ki sesimizi tüm Dünya duysun diye. Ama bizim mitingimize Bulgar Polisi çok sert tepki verdi, herkesi dağıttılar ve hemen hemen mitinge katılan herkes tutuklandı. Hatta karakollar almadı, okullara götürdüler tutuklananları.
İşi organize edenlerden biri de ben olduğum için Burgas emniyetinde 4 ay çeşitli işkencelerle sorgulamadan geçtim. Daha sonra benimle birlikte 7 kişiyi Belene kampına gönderdiler. Ben sorguya girmeden önce 100 kiloydum. Sorgudan sonra 40 kiloya kadar düştüm. Belene’ye giderken de fenalaştım cezaevi aracında. Yol kenarında karlı derenin içine kafamı sokarak beni kendime getirdiler sonra yola yine devam ettik.
Belene Kampına vardığımızda benim tutuklandığımı bilen bazı arkadaşlar beni bana soruyor. Beni tanıyamıyorlar. Çünkü işkencelerden tanınmayacak haldeydim. Orada Türkçe konuşursak ayrıca ceza hücrelerine koyuyorlardı. Beni ve 4 arkadaşımı 2 ay kadar o ceza hücrelerine kapattılar. Hücrelerin içinde kedi kadar kanal fareleriyle kaldık. Bazen kulaklarımız burunlarımızın kemirildiği de oldu.
Bize Belene Kampında verdikleri çorbalar hep domuz kuyruğu, domuz kulakları ve tırnaklarından yapılıyordu. Çorbanın içi domuz kılları doluydu. Ama aç ölmemek için yerdik.
Bize sürekli olarak işkenceler yapıyorlardı ve Bulgarlığı Hristiyanlığı seçmemiz halinde işkenceleri bırakıp bizi serbest bırakacaklarını söylüyorlardı. Ama biz Ne Türklüğümüzü ne de Müslümanlığımızı özgürlüğümüze değişmedik.
Daha sonra Beni Sofya Gizli İstihbarat sorgulama Merkezine aldılar ve burada 4 ay akıl almaz işkenceler gördüm. Çok dövüldüm, elektrik verdiler. İnanılmaz acı dolu günler yaşadım. Bu arada annem öldü ve cenazesine gitmeme bile izin vermediler. Üstelik de annemi Bulgar mezarlığına gömdüler. Ben şimdi bayramlarda hem Türk Mezarlığına gidiyorum baba için, hem de Hrıstiyan Mezarlığına gidiyorum annem için.
Daha sonra tam 5 yıl boyunca gezmediğim hapishane görmediğim işkence kalmadı. Tek suçum Türk ve Müslüman gibi yaşamak istememdi.
3 çocuğumu ve eşimi 5 yıl boyunca hiç görmedim. 2 kızım bir de oğlum vardı. Benim için en acı olaylardan bir tanesi de 16 yaşındaki oğlumun da ayrı hapishanelerde tutularak işkencelere maruz kaldığını öğrenmem oldu.
Bizim Osmanlı’da tüm etnik gruplara gösterilen hoşgörü saygı asla hiçbir devlette yok. Biz dilimiz ve dinimiz için çok hor görüldük. Çok işkenceler gördük. Ama yine de demokrasi o ülkelerin dillerinden düşmez. O zamanlarda bu zamanlar gibi Müslümanlara yapılan Türklere yapılan her işkenceye her zulme Dünya basını kör ve dilsiz.
Türkiye her zaman güvenli limanımız olmuştur. Balkanlarda nerede bir zulüm olsa hep Türkiye’nin kucağına koştuk. Bulgaristan’da meydana gelen kalkışma sonrası bizi Bulgaristan’dan kovdular. 12 saat süre tanıdılar. Eşya getiremedik. Kavaklı’da bulunan Çadır Kente geldik. Burada 1 ay kadar kaldık. Türkiye bizi çok güzel karşıladı, hemen karnımızı doyurdular. Sonra Babaeski Nadırlı’da bir ev verdiler ve sağlıkçı olduğum için bana hemen hastanede iş verdiler. Sonrasın da ise Babaeski’de kendi düzenimi kurdum. “
Verdiği mücadeleler sonrasında Babaeski’de yaşamına devam eden Seyid Ali Aliş Akgün’e Devlet tarafından 2009 yılında Vatana Hizmet madalyası ve gazilik ünvanı verildi.